Vehim Mertebesindeki Âlem ve Kayyûmluk

Şüphe yok ki, âlem, Hak Teâlâ’nın mahlûkudur, sebât ve istikrar sâhibidir. Doğru haberci olan Efendimiz’in (a.s) bildirdiği üzere, âhiretteki dâimî azap ya da sevap türünden ebedî hayatta karşılaşacağımız hususlar, (bu dünyâdaki) âlemin bazı cüzleri ile ilişkilidir (meselâ bu dünyâda iyilik yapan, âhirette sevaba ulaşacaktır). Zâhir âlimleri bu âlemi mevcûd-i hâricî (gerçekte var olarak) bilirler, onu hâricî tesirlerin kaynağı olarak düşünürler. Sûfîler ise âlemi vehmî (gerçekte değil, vehim ve hayâl mertebesinde var) bilirler. Vehim ve his mertebesinin dışında âlemin varlığını kabul etmezler. Ancak âlem, vehmin ürettiği bir şey (hayal ürünü) olmadığı için, vehmin ortadan kalkmasıyla da ortadan kalkmaz. Aslâ! Aksine, Hak Teâlâ’nın yaratmasıyla sağlam bir yer kazanmış, vehim mertebesinde istikrar bulmuş ve mevcûd (varlık) hükmünü elde etmiştir.

Bu büyüklere (sûfîlere) göre, hâriçte mevcûd (gerçek var) olan sâdece Hak Teâlâ’dır. Âlemin ise, ilimdekinden (hayâldekinden) başka bir varlığı yoktur. Hâriçte, onun vehmî istikrardan başka nasibi yoktur. “En güzel sıfatlar (misâller) Allah’a âittir” (en-Nahl, 16/60). Mevcûd-i hakîkî olan Allah Teâlâ ile mevhûm-i hâricî (hayâl olarak var olan kâinât), “dönen bir nokta” ile o noktanın süratinden dolayı vehim ve his mertebesinde oluşan “hayâlî bir dâire”ye benzer. O hâlde dâirenin, vehimdekinin dışında gerçek bir varlığı yoktur. Varlık, sâdece o noktadan ibârettir. Şiir: “Dilberlerinin sırrının, başkaları tarafından konuşulması daha hoştur”.

Bir araya gelmiş sıfatlardan (arazlardan) oluşan âlemde sıfatların kâim olacağı zât olma ve cevher olma özelliği bulunmadığı için, sıfatların kâim olma işini tam mârifet sâhibi bir ârife verirler. O ârifi, âlemdeki arazların ayakta tutucusu (kayyûmu) yaparlar. O ârife verilmiş olan zâtta mâhiyeti bilinemezlikten (bî-çûn) bir nasip olacaktır. Nitekim bu konunun açıklaması diğer mektuplarda geçti. Mâhiyeti bilinmezlikten bir nasip zuhûr edince, (ârife verilen bu zât) görülmekten, bilinmekten, anlaşılmaktan ve vehmedilmekten uzak kalır. Akl-ı selîm onu her ne kadar arasa da, hiçbir şey elde edemez, hızlı bir seyr ile ne kadar uzaklara gitse de, ele bir şey geçiremez, onu ötelerin de ötesinde görür. Cevher olma ve imkân âleminden olma özellikleri kendisinde bulunmasına rağmen, onda cevherlik ve imkân yoktur. Yokluk hükmünden başka bir şey kabul etmez.

Bütün hayırların kendisinde birleştiği Efendimiz’in (a.s) hadîs-i şerifi olarak Nevâdiru’l-usûl’de Abdurrahman b. Semere’den (r.a) şöyle nakledilir: “Rasûlullah (a.s) birgün biz Medîne mescidinde iken çıkıp geldi ve buyurdu ki: Dün gece ilginç bir rüyâ gördüm. Ümmetimden bir adamı gördüm, ölüm meleği onun ruhunu almak için gelmişti, derken onun anne ve babasına yaptığı iyilik geldi ve ölüm meleğini geri çevirdi. Ümmetimden bir adamı gördüm, üzerine kabir azâbı yayılmıştı, derken abdesti geldi ve onu bu azaptan kurtardı. Ümmetimden bir adamı gördüm, şeytanlar onu sarmıştı, Allah’ı zikretmesi geldi ve onu şeytanların arasından kurtardı. Ümmetimden bir adamı gördüm, azap melekleri onu kuşatmıştı, namazı geldi ve onu ellerinden kurtardı. Ümmetimden bir adamı gördüm, susuzluktan dili sarkmıştı, havuzun başına geldikçe geri itiliyordu, derken orucu geldi, ona su verdi ve suya kandırdı. Ümmetimden bir adamı gördüm, peygamberler de halka halka oturmuşlardı, ne zaman bir halkaya yaklaşsa kovalanıyordu, derken guslü geldi, onu aldı ve benim yanıma oturttu. Ümmetimden bir adamı gördüm, önünde, arkasında, sağında, solunda, üstünde ve altında zulmet (karanlık) vardı, derken hac ve umresi geldi ve onu aydınlığa çıkardılar (ya da Hz. Peygamber şöyle dedi: Onu bu durumdan kurtardılar). Ümmetimden bir adamı gördüm, mü’minlerle konuşuyordu ama onlar kendisi ile konuşmuyorlardı, derken akrabâyı ziyâreti geldi ve: Ey mü’minler topluluğu, onunla konuşun! dedi. Ümmetimden bir adamı gördüm, ateş yakmıştı ve o ateşi eliyle yüzünden uzaklaştırmaya çalışıyordu, derken sadakası geldi ve onun yüzüne örtü, başına serinlik oldu. Ümmetimden bir adamı gördüm, zebânîler onu her taraftan yakalamıştı, derken iyiliği emretmesi ve kötülükten nehy etmesi geldi, onu zebânîlerin elinden kurtardı ve rahmet meleklerinin arasına dâhil eyledi. Ümmetimden bir adamı gördüm, diz üstü oturmuştu, onunla Allah Teâlâ arasında perde vardı, derken güzel ahlâkı geldi ve onu Allah’a (ilâhî âleme) dâhil eyledi. Ümmetimden bir adamı gördüm, amel defteri sol tarafından verilmişti, derken Allah’tan korkusu geldi, defterini aldı ve sağ eline verdi. Ümmetimden bir adamı gördüm, amel terâzisi hafif gelmişti, sevapları (veya küçük yaşta ölen çocukları) geldi ve terâzisini ağırlaştırdı. Ümmetimden bir adamı gördüm, Cehennem’in kenarında duruyordu, Allah’tan korkup titremesi geldi, onu bu durumdan kurtardı ve götürdü. Ümmetimden bir adamı ateşte gördüm, Allah’a saygı ve haşyetinden dolayı akan göz yaşları geldi ve Cehennem’den kurtardı. Ümmetimden bir adamı gördüm, Sırât Köprüsü üzerinde duruyordu, gök gürültüsünden titrercesine titriyordu, derken Allah hakkındaki hüzn-i zannı (güzel düşüncesi) geldi, titremesi kesildi ve gitti. Ümmetimden bir adamı gördüm, bazen sallanıyor, bazen zorla yürüyor, bazen de tutunuyordu, derken bana gönderdiği salavât geldi, elini tuttu ve Sırât’tan geçirdi, o da yürüyüp gitti. Ümmetimden bir adamı gördüm, Cennet kapılarına gelmişti, ancak yüzüne kapılar kapandı, derken Lâ ilâhe illallah şeklindeki şahâdeti geldi, kapılar kendisine açıldı, bu söz onu içeri soktu”.

Bu Mükâşefât-ı Gaybiyye’nin derleyicisi diyor ki: Bu risâle tamamlandıktan sonra, o hazretin (İmâm-ı Rabbânî’nin k.s.) el yazısı ile 40 hadis gözüme ilişti. Bunları Buharî ve Müslim’in ittifâk ile rivâyet ettiği hadislerden derlemişlerdi. Bereket olsun diye bu risâle bu hadislerle bitirilecektir. O hadislerin kaynağına salât ve selâm olsun.