Velîliğin Üstün Hâlleri

Bu bölümdeki yazı, anlaşıldığı kadarıyla tamamlanmamıştır.

Bismillâhirrahmânirrahîm. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a, Salât ve selâm da peygamberlerin efendisine, onun âilesine ve tüm temiz arkadaşlarına. (Abdülkâdir Gîlânî hazretlerine âit) Fütûhu’l-gayb isimli eserdeki özel ifâdeler ve işâretler mütâlaa edildi. O ifâdelerin özeti, irâdenin ve hevânın (nefsânî arzuların) fenâsıdır. Bu fenâ (yokluk) hâli, tasavvuf yolunda ilk adımdır ve tecellîlerin ilki olan tecellî-yi ef‘âlin (fiil tecellîlerinin) neticesidir.

Yazmışlardı ki, “Bu güzel kitabın hulâsası ve anafikri, halk, nefs, hevâ, irâde ve ihtiyârdan (tercihten) fânî olmaktır”. Bu fakîre göre, o zât (Abdülkâdir Gîlânî) kendisine ikrâm edilen mânevî hâlleri anlatmışlardır. Bu ifâdelerden anlaşılmaktadır ki, o hazretin velîlik mertebesi özellikle de velâyet-i kübrâ mertebesi çok yüksektir.

Ey muhterem oğul! Hevâ ve irâdenin fânî olması, maksad ve gâye olan şeylerden değildir. Belki o fenânın gâyesi, tecelliyât ve sonzuz zuhûrât ile isti‘dâd ve kâbiliyetin ortaya çıkmasıdır. O tecellî ve zuhûrâttan faraza bir nebze ortaya getirilse, yakın olanlar hemen uzaklaşmak isterler, uzak olanlara ne demeli? O zuhûrâtın içinde Allah’a yakınlık mertebeleri ve inbisât menzilleri el verir. Onlardan azıcık bir şey söylenecek olsa âlimler mülhidlik ve zındıklığa hükmederler, câhillerden nice şikâyetler görülür. Orada hevâ ve irâdenin fenâsından bahsetmek binlerce utançtır. Yeni mürîdleri terbiye etmek için kâmil zâtlar mecbûren bu tür fenâdan bahsederler ve gâyenin elde edilmesinin başlangıcını gösterirler. O hâlde anlaşıldı ki, velîlerin üstünlüğünün kendisine bağlı olduğu kemâlât-ı velâyet (velîliğin üstün hâlleri) ayrı bir iştir. İrâde ve hevânın fenâsı müşterek kaderdir ki o fenâ elde edilmeden kemâlât-ı velâyete ulaşılamaz. Şiir:

Fenâya ulaşmayan hiç kimse,

Yüce Allah'ın huzûruna yol bulup giremez.

“Kemâlât-ı velâyet”ten [1] bir nebze anlatılacaktır. Başlangıç vakitleri olan zikir esnâsında sâlik âfâkta ve enfüste (dış âlemde ve kendi içinde) yaratılmış zerrelerden her bir zerreyi zikreder hâlde bulur. Zikir makâmının üstünde bulunan teveccüh (Hakk’a yöneliş) esnâsında her zerreyi Allah Teâlâ’ya yönelmiş olarak görür. Âlemle ilgili olan ve aynada zuhûr eden şuhûd (müşâhede, Hakk’ı görme) esnâsında ise zerrelerden her zerreyi Allah’ın cemâlinin (güzelliğinin) aynası bilir, hattâ bütün zerrelerin ilâhî isim ve sıfatların tümünü kapsadığını düşünür.

[1] Velâyet-i suğrâ, velâyet-i kübrâ ve velâyet-i ulyâ mertebeleri. “Seyr u sülûk mertebeleri” bölümüne bakınız.